İspanyol’ların Andalusia, doğuluların ise Endülüs dediği, o bir dönemlerin en önemli medeniyetinin tutkulu şehri Toledo, bu kez kısa bir süre için de olsa binlerce kilometre uzaktan gelen doğulu konuklarına ev sahipliği edecek.
Toledo neredeyse İspanya’nın ortasına denk gelecek bir coğrafyada konumlanmış. Başkent Madrit’e çok yakın, 1,5 saat uzaklıkta. Bu yönüyle tam da İspanyanın orta–güneyi demek olan Castilla – La Mancha aslında Toledo. Mançalı Don Kişot dersek belki daha kolay anımsanır.
Hemen ilk tanışıklıkta benim şehrim Diyarbekir’le birçok benzerliğini yakalayabildiğim sıcak ve de dost bir şehir Toledo. Etrafı tıpkı Diyarbekir gibi surlarla çevrili bir şehir. Tarihine gönderme yapıldığında bilinenlerdendir ki; aşılması olanaksız kalesi bugün de canlılığını koruyor.
Çarpıcı görüntülerin kentin hemen her noktasından kendini hissettirdiği tablo güzelliğinde bir kent, Toledo. Romalıların Toletum, doğuluların Tuleytula dedikleri Toledo, yüz yıllar boyunca İspanya Kardinali Başpiskoposuna ev sahipliği de yapmış. Altıncı yüzyılla sekizinci yüzyıl arasındaki iki yüzyıl boyunca Batı Gotlar Toledo’yu başkent olarak kullanmış. Sekizinci yüzyılla on birinci yüzyıl arasında Endülüs Krallığının bir eyaleti olmuş, on birinci yüzyıldan on sekizinci yüzyıla kadar da Kastilya Krallığı’nın başkenti.
Tıpkı otuz medeniyete ev sahipliği, bunlardan en az yedisine de başkentlik yapan bir tarih şehri, benim şehrim Diyarbekir gibi geçmişi başkent bir şehir Toledo.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Bir başkent daima başkenttir. Ne kadar susturulursa susturulsun o daima konuşur,” diye ifade ettiği gibilerden bir şehir. Ortaçağ döneminden kalma ve gücünü, gösterişini, Arap egemenliğinin önemli merkezliğinden sonra, Engizisyon beşiği durumuna gelişin yansımalarını da görmek mümkün Toledo’da.
Toledo’da Hristiyan ve İslam kültürlerinin ilginç karışımlarına rastlamak da çok çarpıcı... Kentin sokaklarında, mimari yapıların dış cephelerinde bu izler her an her yerde karşımıza çıkıyor. Zaten iki bin küsur yıl önce Romalıların şehri fethinden bu yana Roma izleri taşıyan Toledo; Arap, Hıristiyan ve Yahudi yapısını halen de koruyor. Camiler, Sinagoglar ve Katedraller şehri Toledo.
Toledoluların belki de en çok övünerek sahiplendikleri iki değerleri var. Biri kentin incisi olarak kabul gören, yine kendi ifadelerine göre Avrupa’daki en mükemmellerden biri olarak gösterilen Gotik Katedral’leri. Öyle ki, bir takım çevrelerce “Ruhani Krallığın somut dışa vurumu“ olarak da ifade edilir bu katedral. Kendi adıma diyebilirim ki; tıpkı Köln’deki Büyük Katedral- Dom ile Strazburg’daki Katedral’de olduğu gibi, adeta Orta çağ Hıristiyanlığının ve ruhunun halen bu ibadet merkezlerinde ve dolayısıyla Toledo Katedralinde yaşadığını ve etki gücünü hissetmek her an olası.
İşte bu Gotik Katedralin, bu orta çağ harikası yapının altında Toledo’nun ikinci büyük onur kaynağı gururu Tajo (Tako olarak okunur ) nehriyle bağlantılı bir sarnıç bulunuyor.
İki nehir: Tajo ve Dijle
Toledo için Tajo nehri tıpkı kutsal metinlerde adı yer alan dört kadim nehirden biri olan Dijle (Tigris), (meraklısı için diğer üç nehir; Fırat, Kura ve Asi) gibi bir nehir. Diyarbekir’in Dicle’si gibi Toledo’yu üç taraftan sarıyor Tajo. Şehirlerinin yakınından geçen ve belki de yakınındaki şehirle anılması bir özellik olan Tajo da Toledo için akıp giden hayatın bir simgesi adeta. O denli önemli bir simge ki Toledo için, adına Tajo dedikleri çok kalın bir de kitap yazmışlar. Kente gelen her ayrıcalıklı konuğa bir Tajo kitabı mutlaka armağan ediliyor.
Belki de Tajo nehrinin bir yer altı koluyla, gotik katedralin altındaki sarnıca bağlanması, yaşamın hareketine veya bir başka ifadeyle sıkıcı yeknesaklıktan kurtuluşa çıkış olarak da kabul edilebiliyor.
Efsanesi de var kentin gizemlerini bilenlerce. Bu sarnıcın suyunda Toledo’nun anahtarı saklı. Anahtar bir hançer görünümünde ve bir yılan tarafından korunuyor. Tıpkı Dicle’nin gizini koruyan, Dicle üzerindeki on gözlü köprünün hazinesi gibi bir kent efsanesi, Toledo’nunki de.
Toledo’nun özellikle parke taşlı sokaklarını ve olanca güzelliğiyle korunmuş eski yapılarını hayranlıkla izlerken hep kendi şehrimi Diyarbekir’i düşündüm. Engebeli arazisi nedeniyle çoğu yokuş olan dar ve dolambaçlı sokakları epeyce Diyarbakır kokuyor Toledo. Kentin kuzey doğusundaki Alcantara Köprüsü de sanki biraz bizim On Gözlü Köprü’müz gibi.
Aslında şehirler eğer sizinle kucaklaşıyor, örtüşüyorsa ruhunuzun en derin yerinden yüzeye vuran dalgalar gibi kendilerini hissettirirler. Toledo işte tam da böyle bir şehir. Surlarının üzerinden panoramik kent görüntüsüne ve hemen aşağıdan ipileyerek akıp giden Tajo nehrine baktığımda Diyarbekir surlarını ve akıp giden kadim nehir Dicle’yi düşündüm. Acaba dedim Haçlı orduları, ya da çağımızın modern gezginleri de binlerce kilometre uzaklardan Diyarbekir’e geldiklerinde eğer Toledo’yu ve Tajo’yu biliyorlarsa bu benzerliği yakalayabilmişler mi?
Kentsel mekânların karakterleri sonuç da kentin kimliği üzerinde derin izler bırakıyor. Bu izler Diyarbekir için ne ise, Toledo için de odur. Zaten kültürel özellikleriyle İspanyayı en iyi temsil eden kent olarak kabul edilmesi de boşuna değil Toledo’nun. Ve bu özelliğinden dolayı “Ulusal Anıt“ ilan edilmesi de kayda değer.
Hani Nietzsche demişti ya; “İlk devrilen sütun, ilk ayağa kalkacak olandır“. Gerçek tam da filozofun dediği gibidir de... Mesele sütunu devirmemekte! Ya da devrilmemesini sağlamakta! Hadi sütunun devrilmesini engelleyemedik diyelim. Bir de sütunun altında kalmak da var. Ve bir de üstüne üstlük devrilen sütunun burada işi ne! Böyle harabe bir görüntü yansıtmanın manası ne bu şehre. Bu yıkılmış sütun tek değil, yıkılma ihtimali olanları da söküp atalım, geçmişimizle birlikte... Yeni ve modern(!) yapılar ne güne duruyor ki. İşte bu gün geçmişin tarihi ve kültürel mirasını yaşatmaya kararlı kimlikli kentlerle, yok edici kimliksizlerin kavgası…
Toledo, bu tehlikenin farkına erken varmış gibi. Avrupa Birliği’nin en son halkalarından biri İspanya’nın küreselleşmeye verdiği en güzel yerellik yanıtı gibi İspanya’nın tam da orta yerinde dosta düşmana karşı bir anıtsal ve yaşayan şehir Toledo.
Darısı Avrupa Birliği’ne aday Türkiye gibi ülkelerin kendi kadim kentlerinin, Diyarbekir ve benzerlerinin başına...
Şeyhmus Diken -1995
* * *
Dipnot: Bu yazı 1995 yazında İspanya’ya bir gezinin dönüşünde yazıldı. 2016 Türkiyesinde Diyarbakır’ın Sur Beldesi taammüden cinayete kurban gitmişken Başbakan Toledo modelini sundu Sur’a. Yazıyı hatırladım. Kaderin tuhaf serencamına bakın ki; İspanya iç savaşının başladığı 21 Temmuz 1936 yılında; Toledo’nun isyancı güçleri tam 65 gün yoğun bir şekilde bombalandılar. Toledo'da binalar yerle bir edildi. Şehrin savunucuları hendekler kazarak mücadele ettiler. Savaşta çok insan hayatını kaybetti. Barikatların kurulduğu ve sokak savaşlarının yaşandığı Toledo’lular 27 Eylül’e kadar direndiler. Şehrin kuşatması, 27 Eylül 1936’da Franco’nun kumandasındaki Afrika ordusunun gelmesiyle son bulmuştu. İç savaşta büyük zarar gören Toledo’nun restorasyonu, 1939 yılında başlayıp 1957’ye kadar 22 yıl sürdü. Castilla-La Mancha bölgesi 10 Ağustos 1982’de özerklik statüsünü İspanya’dan resmen aldı.
Ve bugün tuhaf kader başbakanın dilinden dökülenlerle kadim Diyarbekir’in sur beldesi Toledo üzerinden okunuyor / okutuluyor…”Sur için ‘taş üzerine taş konsa haberim olacak’ dedim. Sur'u öyle inşa edeceğiz ki, İspanya'nın Toledo şehri gibi, mimari dokusuyla herkesin görmek istediği bir yer olacak.” Keşke bunca yıkım ve ölüm olmadan Toledo örneği gündemleşseydi…(01.Şubat.2016 Diyarbekir) (ŞD/HK)